Gırın gırın diye motor sesiyle kendimizi Massey Ferguson marka traktörün, metal küçük kasasının içinde bulduk. Gün yeni aydınlanıyordu, güneş hafiften gülümsüyordu. Annem saat 3 ‘te uyanmış ve nohut yemeğini düdüklüde pişirmiş, yanına da pilav yapmış, tatlı olarak revaniyi uygun görmüş ve sepetimizi çoktan hazır etmişti. Çok becerikliydi annem, gittiği yere asla boş gitmek istemezdi. Metal kasayada ilerlerken toz yutmak kural gibiydi. Asfalt olmayan karayolunda traktörde hopladıkça iç organlarındaki sarsıntı biraz can yakardı. Gün kendini belli ettiğinde mezarlığın orada olduğumuzu anladık. Duamızı edip üfledikten sonra yüz metre ileride teyzemlerin damına doğru döndük. Traktör bizi indirdi, tozlu, ince yolun sol kısmında evran incir ağacı karşıladı, hoşgeldiniz der gibi yaprakları yukarıya doğru, insan ellerini andırıyordu, kalabalık ve mutlu. Ne zaman teyzemlere gitsek annenem elinde sepetiyle incir toplar, bize yedirmeden içi rahat etmezdi. Yokuşu çıkarken bağın ve üzümlerinin kokusu haz verirdi insana. Sağ tarafta büyük teyzemlerin dar, uzun, bakımsız, içi maraba dolu damı göze çarpardı. Yokuşun sonunda insanı havlama ve gıdıklama sesi karşılardı. Oşt diye bağırışmadan sonra, horoz ve tavukların üzerimize uçuşlarından sıyrılarak, Kaya parçalarından yapılmış dört basamaklı merdivene çıkarak dama adımımızı atardık. Tabanında yeşil bir kilim serili olduğunu bugün gibi hatırlıyorum. En az üç yada dört küfün tütün ters kapatılmış, dikilmeyi bekliyordu. Tütün iğneleri hemen oracıkta, kimi ters kimi yüz darmadağınıktı. Gece iki de kalkılmış ve lüx lambalarıyla bu köfünler doldurulmuş olmalıydı.
Damın iki odası vardı. Sol taraftaki odayı araladınmı, küçük bir penceresi dağa bakan , içinde bir divan ve üzerinde beyaz lemse anne şevkatiyle havalanıyordu.Hemen ucunda eski ama bir o kadar da hoş ocak vardı. Damın diğer odasında iki lemse kuruluydu, biri annanemin, diğeri Mustafa abimindi. Kapının hemen arkasında yüklük vardı, hani şu yatak, yorgan ve uzun yastıkların olduğu,kanaviçeli, bi yastıkta kocayın denilen türden. Bu odanında minik tül perdeli, dağ manzaralı penceresi mevcuttu. Divanların altı, annanemin her daim karıştırdığı kıyafet ve yemenileriyle doluydu, karton bisküvi kutularının içindeydi hepsi. Odadan dışarı çıkıp bir sandalye bulup otururdum. Kırmızı boyalı tahta bir sandalye. Üzerine Mustafa yazılmıştı. Belliki abimindi. Şöyle karşılara bakındım, arabalar, kamyonlar asfalt yolda vızır vızır işliyordu..Alçak bir duvara sahipti dam, bu duvarda mutlaka fesleğen ve acı biber tenekesi olurdu. Terliklerimi giyerken ipli kargınlara takıldı ayağım. Tütün iğnelere dizildikten sonra bu kargınlara sıyrılıp, güneşe kurumaya bırakılacaktı. Taş merdivenlerden aşağıya inerken yine koyunların bekçisi köpekler sardı etrafımı.
-Oşt de Bahtiyar oşt de şu köpeğe çocuk korkuyor. Koyun sayasına yöneldim. Dikdörtgendi, analı kuzulu elliye yakın vardı içinde. Yanından geçerken ters kokusu genizi yakacak derecede idi, tavuk ve horozlar tavana tünerlerdi. Sayanın hemen yanında, aşevi yani mutfak vardı. Eski ve gıcırdayan, kapı kolu bile olmayan, ip ile açılan, menteşesi bozuk,tahta bir kapı. Mutfağın sağında ocak vardı, girişte.Yemek pişerdi içinde. Kara çömleği koydunmu ateşe Allah Ne verdiyse pişerdi. Çalı çırpı atmadan olmazdı, yandıkça is çıkarırdı köşeden, sakız gibi kireçlenmiş ocak zamanla kararırdı. Kızartma mı, en sevilen yemekti, koyun yoğurdu ile enfes olurdu. Serin olurdu mutfak, taştan yapılmıştı. Suyu yoktu, bidonlarla tulumbadan su çekilirdi, bulaşık böyle yıkanırdı. Asfalta bakan pencerenin hemen yanında tel dolap vardı. Birde duvara asılı, çanaklılar ve kaşıklık. Kara sinek eksik olmazdı.
Mutfaktan çıktın mı, yukarıya doğru bir yol, işte yolun ta kendisi, DEREÇEŞME yolu. Kıvrımlı, kekik kokan, tozlu yol sonunda ulaşırdık oraya. Koyunlar burada sulanırdı. Çeşme taştandı, küçücük borudan akan berrak bir su idi. Gün batımı orada olmak ve üç yudum su içmek çok keyif vericiydi. Dağın yamacındaydı bu çeşme, az ilerisi inişli çıkışlı dağ idi, alabildiğine yeşil ve kır çiçekleriyle bezenmiş...Sarı, mor hatırladıklarım.
Ayrı bir dünyaydı sanki DEREÇEŞME. Özlüyorum sık sık anımsayarak. Şimdiki AVM lere inat özlüyorum. Keşke yine üzüm ve incir koparabilsek, oynasak alabildiğince çocukluğumuzdaki gibi. Koklasak kekik kokan dağın havasını ciğerlerimizin en ücra köşesine.
Şimdi yerine fabrika kuruldu, yerinde yeller esiyor, ne zaman geçsem oradan, usulca silerim gözyaşımı kimseler görmeden, dalar giderim eskilere, güzelliklere hasret..Aylin Öz
Medya
13 Nisan 2019 - 16:28
Güncelleme: 13 Nisan 2019 - 18:32
DEREÇEŞME
Gırın gırın diye motor sesiyle kendimizi Massey Ferguson marka traktörün, metal küçük kasasının içinde bulduk.
Medya
13 Nisan 2019 - 16:28
Güncelleme: 13 Nisan 2019 - 18:32
İlginizi Çekebilir
KalEmine yüreğine sağlık Aylin çim bire bir yaşadım sanki o günleri ne güzel anlatmişsin
Teşekkür ediyorum Gönül ablacım..Ah o eski ama hiç eskimeyen güzel günler
Harikasın ablacığım okudukça benide eskilere götürdün
Teşekkür ediyorum tatlım,güzel günlere uzandık azda olsa, anımsadık