Nisan ayının ortasındayız. Dışarıda ilkbahar olmaya çalışan bir hava var. İnsan gecenin içinde düşüncelerine dalıp kayboluyor. Hele birde arkadan gelen güzel bir şarkı sığışmaya çalışıyorsa anıların içine... İşte o anda, alabildiğine uzaklaşıyorsun ortamdan. Uzaklaşırken, güzel ve bir o kadar da gerçek durumlar geliyor aklıma. Sevgi, bilinç, sahiplenme gibi. Ardından; geçen gün internet haberlerinde gördüğüm ve oldukça ilgi çeken bir olayı, bir anne kedinin, 3 yavrusunu tedavi edilmeleri için sağlık merkezine getirmesini hatırlıyorum.
Ne kadar ilginç? Ne kadar sıra dışı?Anne kedi, yavrularının nerede iyileştirileceğini öğrenmiş. Sokaktaki yaşamdan çıkıp, farklı bir türden yardım istiyor. Ve şefkat dolu bakışların arasından sıyrılıp, yavrularını ortada bırakmadan tedavi olmalarını sağlıyor. Nasıl bir akıl? Nasıl bir gözlem? Ya da nasıl bir içgüdü? Hepsi şaşırtıcı. Yoksa biz bazı değerleri kaybederken onlar evrimleşiyor olabilir mi?
Bazılarımızoldukça şanslı. Bu değerlerin kök saldığı insanların, yetiştirdiği bireyleriz. Ya bu kavramlardan uzak bir şekilde yetiştirilen çocuklar, onlar kim bilir ne durumdalar?
Gece karanlık ve sessiz ya; düşünceler alabildiğine özgür ve çığırtkan bir şekilde dolaşıyor o diyardan bu diyara ve yıllar öncesine gidiyorlar. Anne kediden ışık hızıyla uzaklaşan düşünceler; doğunun bir ilçesinde, yeni bir can dünyaya getirmek için hastaneye gelen gençkadına ulaşıyorlar. Anne adayı doğumhaneye giderken çektiği sancının şiddetiyle ona söylenen hiçbir şeyi duymuyor. Sedyede iki büklüm olmaya çalışıyor da hamileliği izin vermiyor. Annesi, kayınvalidesi, kocası, kayınpederi ve bir takım akrabalar sedyenin peşinde adım adım takipteler. Dünyaya gelecek ilk çocuk için heyecan var hepsinde. Acılar içinde kıvranan anneyi doğumhaneye alıyorlar. Bende içerdeyim.
Erkekler bir noktadan sonra geriye dönüp, içeriden gelecek haberi beklemek için hastane bahçesinde volta atmaya başlıyorlar. Kayınvalide ise neredeyse doğum odasının içine yerleşmiş. Ebe; çevik hareketlerle annenin çocuğu sağ salim doğurması için bir yukarı bir aşağı koşturuyor ve talimatlar vererek onu rahatlatmaya çalışıyor. Bana dönüp, hadi bebek geliyor, yeşil örtüyü hazırla demeyi de unutmuyor. Saniyeler içinde çocuk ağlama sesleri arasında kucağımda yeşil örtüye sarılı bir şekilde elini kolunu oynatıyor.
Doğum bitti. Kız çocuğu dünyaya geldi. Kayınvalidenin suratında soğuk ve ifadesiz bir hal var. Ben ise, o odada mucizeyi kucağına alan ikinci kişiyim. Mutlu ve heyecanlı bir ses tonuyla ismini ne koyacaksınız? Diye soruyorum. Aldığım cevap beni sarsıyor. ‘’Adını sen koy’’ diyor. Önce dalga geçtiğini düşünüyorum. Sonra buz gibi bakışları görünce kayınvalidenin ciddi olduğunu anlıyorum. Yeşil örtünün içinde sımsıcak olan bebeğin yüzünü açıyorum. Ve dünyanın en güzel mucizesine baktığımda; simsiyah gür saçları, uzun kirpikleri, minicik burnu ve ağızı görüyorum. O anda anlıyorum ki ailede bir sorun var. Arkamı dönüp tekrar aile büyüklerine bakıyorum. Bir kadına yapılabilecek en büyük şiddeti, kimsesiz bırakılmayı o an görüyorum. Ortada kimseler yok. Anne ve bebeği yapayalnız bırakıp gitmişler. Dünyaya kız getirdiği için acılarıyla yalnız bırakılmış anneye gözüm takılıyor. Gözlerinden yaşlar süzülüyor. O da ’’ adını sen koy’’ diyor.
Üzgünüm Leyla… Adı Leyla olsun diyorum ve yıkılmamak için çocuğu anneye verip odadan çıkıyorum.
Evet, nisanın ortasındayız. Arkada Zeki Müren’in sesinden’’ Üzgünüm Leyla’’ geceye karışıyor. Aklıma; anne kedi ve tedavi edilmeleri için yavrularını sağlık merkezine getirmesi, aynı zamanda tedavi sürecinde onları beklemesi geliyor. Ardından şu soruyu soruyorum kendime: ‘’Gerçekten evrimleşiyor olabilirler mi?‘’
Eylem Değirmencioğlu
YORUMLAR